09
Şubat 2014
Sabaha karşı
uyanmış, televizyonlarda gece yarısından sonra gösterilen Yeşilçam filmlerinden
birini izliyordum. 2000’li yılların başıydı. Bir zamanlar çok ünlü olan ses
sanatçısı esas kız ‘film icabı’ şöhretini yitirmiş, küçük pavyonlarda çalışmaya
başlamış, cinnetini alkolde yaşayan, ‘düşkün’ bir sanatçıya dönüşmüştü. Aşkını
hâlâ koruyan esas oğlan, O’nu o hayattan kurtarıp eski günlerine döndürmeye
çalışıyordu. Birden esas oğlanın ağzından, bu isteğe direnen, artık tükendiğini
düşünen esas kıza söylediği o büyülü cümle döküldü: Sen hâlâ o büyük yıldızsın.
Bu cümle, Yeşilçam Hatırası’nı oluşturmaya başladığım günlerde, bir ışık
olmuştu.
2003 yılında,
Akşam gazetesinin haftalık sinema eki olarak yayınlanmaya başlayan Prömiyer
dergisindeki yazılarımın üst başlığı olmuştu o cümle; ‘Siz Hâlâ O Büyük
Yıldızsınız.’
Daha önceki yıllarda çeşitli dergilerde yayınladığım ve güncelliğini yitirmeyen bazı söyleşiler de kitabın “kamera arkası” söyleşilerini oluşturuyordu. Kısa sürede tükenen, epeydir baskısı olmayan Yeşilçam Hatırası geçtiğimiz günlerde Agora Kitaplığı’ndan yayınlandı.
Daha önceki yıllarda çeşitli dergilerde yayınladığım ve güncelliğini yitirmeyen bazı söyleşiler de kitabın “kamera arkası” söyleşilerini oluşturuyordu. Kısa sürede tükenen, epeydir baskısı olmayan Yeşilçam Hatırası geçtiğimiz günlerde Agora Kitaplığı’ndan yayınlandı.
Çocukluk yıllarım radyoydu, radyo tiyatrosuydu, ‘arkası yarın’dı ama en çok
sinemaydı. Yazlık-kışlık salonların düş perdelerinde tanıdığım unutulmaz
oyuncuların, o büyülü dünyaları yaratan sinemacıların izini sürdüm yıllarca.
Sağlıklarında konuştum, kendi seslerinden yaşam öykülerini, sinema
serüvenlerini aktardım. Artizler Kahvesi ve Yeşilçam’da Unutulmayan Yüzler adlı
kitaplar bu görüşmelerden oluşmuştu.
Tanıma, sohbet edebilme olanağı bulamadığım oyuncular, sinemacılar da vardı.
Örneğin Ayhan Işık, Belgin Doruk, Sadri Alışık, Orhon Murat Arıburnu, Gülistan
Güzey, Neriman Köksal, Suphi Kaner, Adile Naşit, Turgut Özatay, Kadir Savun,
Feridun Karakaya, Erol Taş, Atıf Kaptan, Necdet Mahfi Ayral, Danyal Topatan,
Öztürk Serengil…
Yeşilçam Hatırası’nda bu sinemacılar üzerine yazdıklarım yer alıyor. Ayrıca
Halit Refiğ, Bülent Oran, Giovanni Scognamillo, Nedim Otyam, Ülkü Erakalın,
Yılmaz Atadeniz, Çetin İnanç, Hüseyin Kuzu gibi kamera arkasının ustalarıyla
yaptığım söyleşiler de… Bizler düş bahçesi salonlarda Yeşilçam filmleriyle hatıralar biriktirirken,
Yeşilçam da kendi iç dünyasında unutulmaz hatıralar oluşturuyordu. Efsane gibi
ağızdan ağza, kulaktan kulağa yayılan. Kayda geçeni de vardı, kulakta küpe
olanı da.
BATAKLIKTA
BİR GÜL: CAHİDE SONKU
Bir dönemin
efsane kadınıydı Cahide Sonku. Tiyatronun ve sonrasında Yeşilçam’ın sarışın
efsanesi. Artizler Kahvesi kitabının ‘Unutulmayacaklar’ başlıklı yazısında
“Taksim’den İstiklal Caddesi’ne doğru yürümeye başladığımda nedense hep Cahide
Sonku, Yıldırım Önal ve beyaz kefenleri içinde protestosunu haykıran Ferda
Ferdağ gelir aklıma; bir de oturacak kiralık ev bile bulamayan Özcan Özgür.”
diye yazmıştım.
‘Cahide Sonku
bataklıkta gül olmayı seçmişti seçmesine ama bizler beter bataklıklardık. O
Beyoğlu’nun arka sokaklarında, salaş meyhanelerinde ulaşması mümkün birçok
lüksü reddederek alkolde dostluk arıyordu. Kader ve cinnet arkadaşlarıyla
yaşadığı dramı, o günün Yeşilçam starlarından kaçını ilgilendirmişti? Cahide
Sonku cinnetini en çok başkalarıyla olduğunda mı yaşıyordu?’
Yaşadığımız
dünyada çığlıklarınız boşlukta yankılanır, kimseye duyuramazsınız. İyi
gününüzde yanınızda olanları, zor anlarınızda yanınızda bulamazsınız. Cahide
için de böyle olmuştu. Yaşadığı zengin hayattan, oyunculukta tırmandığı
zirveden, yoksulluğa ve meyhane köşelerine düştüğünde çevresinde “eski
dostlarından” kimse kalmamıştı. Oysa bir zamanlar zengin bir hayat sürüyor, lüks
içinde yaşıyor, evinde ünlüler, başbakanlar ağırlanıyor, kurduğu Sonku Film’in
yazıhanesinin önünde oyuncular kuyruğa giriyordu.
Selim İleri’ye göre Cahide Sonku “Son elli yılın en büyük ve en soylu çöküş
efsanelerinden biri”ydi. “Onun çöküşündeki karşıtlıklara dayalı ahlak, elbette,
‘sinema yazarları derneklerinin onur plaketlerine’ de, tiyatroların şaşmaz oyun
saatlerine de, provalara, ezberlere, alkışlara, göstermelik yardımlara da dudak
bükmeliydi. Ve buğulu güzellik, ancak Çiçek Pazarı’nın kuytu meyhanelerinde
kendine yepyeni bir ahlak yaratabilirdi. Sanırım, öyle de oldu.” (Düşünce ve
Duyarlık, S. İleri Adam Yayınları 1982. C. Sonku : Ölüm ve Elmas)
TAÇSIZ KRAL
Kral Ayhan
Işık’ın olgunluk çağını yaşadığı yıllar, benim ilk gençliğim… Benim ilk gençliğim,
Çirkin Kral Yılmaz Güney
’in “usturanın keskin tarafında” yürüdüğü yıllar… Ayhan
Işık, annemin komşu kadınlarla Belgin Doruk’lu Beraber Ölelim’i, Serpil Gül’lü
Aşktan da Üstün’ü, Leyla Sayar’lı Yangın Var’ı, Türkan Şoray’lı Otobüs
Yolcuları’nı, Acı Hayat’ı, Sezer Sezin’li Üç Tekerlekli Bisiklet’i ve Belgin
Doruk’lu “Küçük Hanım” serilerini, illaki ‘esas oğlan’ı Ayhan Işık olan diğer
filmler gibi kimi iki göz iki çeşme, kimi gülmekten yerlere yatarak izlediği
yılların kahramanıydı.
KADİR BABA
İri cüssesi,
sert bakışları, babacan tavrı ve haksızlığa isyan eden duruşuyla “en baba”
kahramanlarımızdandı Kadir Savun. Bilge bir tavrın izini sürdü oynadığı
rollerde. Hiçbir zaman esas oğlana, esas kıza, kahraman(lar)ımıza kenar süsü
rollerde görmedik O’nu. Onlara yol gösterir, gerektiğinde kaşlarını çatarak
sert tavrını koyar ve ‘raconu’ keserdi. Kahramanlarımıza da boyun büküp, ‘Kadir
Baba’nın söylediklerini yapmak düşerdi.
Hangi filmini yeni izlemiştim, hangi yıldı anımsamıyorum, hafiften yağmur
çiseliyordu, Ayhan Işık Sokak’tan Beyoğlu’na yürüyordum. Oradaki binalardan
birinden Kadir Savun çıktı ve kapının önünde duran taksiye bindi. Belki de o
sokakta bulunan sinemacı kahvelerinden birinden çıkmıştı. Bacaklarının güçlükle
taşıdığı iri cüssesiyle karşımdaydı. Ne o zaman, ne de sonraki zamanlarda
konuşma olanağı bulamadım. Yaşamöyküsünü, sinema serüvenini, acı tatlı
anılarını kendi sesinden aktarmak isterdim.
Yeşilçam yıllarca küçümsendi, görmezden gelindi, yok sayıldı; dahası alay
konusu, mizah malzemesi yapıldı. Onların nezdinde Yeşilçam, gözyaşı döktüren
melodramlardan ibaretti sadece; ya da ‘Size baba diyebilir miyim amca’lardan,
‘N’ayır, n’olamaz’lardan ibaret. Klişeler ve ucuz eğlence filmleri sanki sadece
Yeşilçam’a özgüydü!
Yeşilçam’a dost elini uzatanlarsa, Nazım Hikmet, Attila İlhan, Vedat Türkali,
Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Selim İleri gibi sayıları bir elin
parmakları kadar olan aydınlarımızdı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder