2 Ocak 2014
İnsanın kendi
şeytanıyla yüzleşmesinden bahsediyordu ya, yani korkularımız.”
Tür sineması zordur, iki türü iç içe yapmak daha da zor. Orçun Benli’nin, korku ile komedinin iç içe olduğu fantastik filmi Gulyabani 28 Şubat’ta gösterime giriyor. Gulyabani’nin başrollerinde Deniz Uğur, Ceyda Ateş, Didem Balçın ve Melike Öcalan’ın yanı sıra Perihan Savaş ve Cüneyt Arkın yer alıyor.
Tür sineması zordur, iki türü iç içe yapmak daha da zor. Orçun Benli’nin, korku ile komedinin iç içe olduğu fantastik filmi Gulyabani 28 Şubat’ta gösterime giriyor. Gulyabani’nin başrollerinde Deniz Uğur, Ceyda Ateş, Didem Balçın ve Melike Öcalan’ın yanı sıra Perihan Savaş ve Cüneyt Arkın yer alıyor.
Dört kadın,
fantastik bir filmin senaryosunu yazmak üzere korku dolu bir ormanda yer alan
av evine gider. Dört güzel Kadın, atmosferi soluyup mekânı keşfetmeye
çalışırken, peş peşe beklenmedik olaylarla karşılaşırlar ve kendi korkuları ile
yüzleşmek zorunda kalırlar. İlk olarak Süt Kardeşler filmi ile sinemada boy
gösteren Gulyabani, bu sefer hem korkutacak hem de güldürecek.
Yönetmen
Orçun Benli, “ülkenin ilk korku karakteri oldu bu filmle” diyor projenin
önemini ve farkını belirtirken. “Daha önce cinayet gibi din referanslı
yürüyordu sinemada korku, biz Anadolu’nun içinden, halkın içinden bir korku
karakteri çıkardık.” Orçun Benli ile tanışıklığımız eski zamanlara uzanıyor.
Sinema izleyicisi Orçun’u benim önemsediğim filmi Bu Son Olsun (2012) ile
tanıdı.
Sen
Türkülerini Söyle filmiyle başlayan, farklı tarih aralıklarıyla çekilen ve “12
Eylül Filmleri” başlığı altında değerlendirilen, (benim açımdan Beynelmilel ve
Eve Dönüş filmiyle birlikte diğerlerinden farklı bir yerde duran) filmlerin
sonuncusuydu Bu Son Olsun.
Bu Son Olsun’da 12 Eylül’ü mizahi bir dille eleştiren, yaşanan dramları, trajediyi ironi ile aktaran Orçun Benli, ikinci filminde tür sinemasına yöneliyor; Gulyabani’de korku ile gülmeceyi iç içe deniyor.
Bu Son Olsun’da 12 Eylül’ü mizahi bir dille eleştiren, yaşanan dramları, trajediyi ironi ile aktaran Orçun Benli, ikinci filminde tür sinemasına yöneliyor; Gulyabani’de korku ile gülmeceyi iç içe deniyor.
DRAKULA’DAN
ŞEYTAN’A KORKU
Yeşilçam
sinemasının ana gövdesi melodramlardı. Bunun yanında güldürü filmlerine ağırlık
verilse de belli kalıpların dışına çıkılmıyordu. Yeşilçam, bir yandan da
Westernden polisiyeye kadar her türü deniyordu.
Son yıllarda
genç kuşak yönetmenler, özellikle ilk filmini yapanlar korku filmlerine yönelse
de, Yeşilçam’da en az denenen türdü korku sineması. Nazım Hikmet’in yönettiği
1937 yapımı mütareke yıllarında hafızanı yitiren bir gencin hayal dolu
dünyasının anlatıldığı Güneşe Doğru filminin de ilk fantastik filmimiz olduğu
söylenir. Vedat Örfi Bengü’nün 1948-50 yapımı Beyaz Baykuş, Bir Fırtına Gecesi,
Çıldıran Baba gibi filmlerinde korku motiflerinin yer aldığı yazılıdır
kaynaklarda.
1949 yılında
ise Aydın Arakon’un yine korku unsurlarını içeren, esrarengiz, loş bir konakta
geçen, daha çok atmosfere dayalı Çığlık adlı filmi de söz edilecek yapımların
başında gelir. İlk gerilim filmi olan “Çığlık”ı, ‘korku türüne yakın ilk film’
olarak görebiliriz. Ancak ilk korku filmi olarak Mehmet Muhtar’ın yönettiği
1953 yapımı Drakula İstanbul’da kabul edilir. Drakula İstanbul’da, Hollywood
yapımı Bela Lugosi’nin oynadığı Dracula filminden esinlenerek yapılmış, özgün
bir filmdir. Kaynağı ise Ali Rıza Seyfi’nin, Bram Stoker’dan kısaltarak
uyarladığı, (özet-çeviri) adı sonraki basımında Drakula İstanbul’da olan
Kazıklı Voyvoda romanıdır.
Çığlık
filminde, fırtınalı bir gecede bir köşke sığınan, orada bir miras meselesi
yüzünden dayısı tarafından çılgına döndürülen bir genç kızla tanışan bir
doktorun öyküsü anlatılır. Esrarengiz, karanlık deli kızın dehşet verici
çığlıklarıyla çınlayan köşkte doktor öldürülmek istenir, fakat yerine genç kız
kurban gider.
Drakula
İstanbul’da filminin kahramanı Vampir Kont Drakula’dır. Drakula İstanbul’da
korkudan çok atmosfer yaratırken, Yavuz Yalınkılınç’ın yönettiği Ölüler Konuşmaz
ki de (1970) vampir çağrışımlı, hortlaklı bir filmdir. Genç bir çift faytonla
tekinsiz bir malikâneye giderler. Sürekli ayın 15’i olduğundan bahsedip duran
arabacı, onları bırakıp oradan kaçar. Geldikleri ev Âdem Bey’in konağı olarak
anılmaktadır ve onun vasiyeti üzerine ücretsiz otele dönüştürülmüştür. Evde
sadece siyahlar giyinen ve eski sevgilisi olduğu anlaşılan bir kadın portresine
taparcasına bakan bir kâhya vardır. Genç çift eve geldikleri günün gecesi eve
giren garip bir adam tarafından öldürülürler. Çünkü adam aslında civardaki
mezarlıktan kalkıp gelmiş bir hortlaktır ve hortlak her ayın 15’inde ortaya
çıkıp cinayet işlemektedir. Malikâneye gelenlerin hortlak dehşetiyle
karşılaştığı hikâyenin sonunda elinde Kurandan ayetler okuyan bir imam ve
yandaşları hortlağı alt edeceklerdir.
Doğaüstücü
bir korku filmi olan Şeytan (1974) usta yönetmen Metin Erksan imzasını taşır.
Şeytan’ın esin kaynağı Amerikan korku yazarı William Peter Blatty’nin çok satan
romanı The Exorcist ve bu romandan uyarlanan filmdir.
Şeytan, hem
Yeşilçam’ın hem de Metin Erksan’ın en ilginç çalışmalarından biri olur. Film,
1973 yılında William Friedkin imzalı The Exorcist’in neredeyse kopyası
niteliğindedir. Metin Erksan, filmden değil Blatty’nin romanından
uyarladıklarını söylese de Şeytan, her yönüyle aynı olduğu The Exorcist’ten
uyarlanmıştır. Bu uyarlama Yeşilçam sinemasına özgü biçimde Hıristiyan
söylemlerin İslami söylemlere dönüştürülmesi şeklinde gerçekleştirilir.
Şeytan, bir şeytani figürün arka planda yer aldığı jeneriğinin ardından diğer
film gibi Ortadoğu’da bir arkeolojik kazı alanında başlar. Kazı çalışmasındaki
yaşlı bir arkeolog (Agâh Hun) üzerinde şeytan figürü olan bir madalyon bulur ve
ardından büyük bir şeytan heykeline doğru ilerler. The Exorcist filminde konuşma
varken, Şeytan’da herhangi bir konuşma yoktur ve doğrudan panaromik bir
İstanbul görüntüsüne geçer. Filmin geçeceği evin yakın plan çekiminden sonra
Ayten görülür. Genç kadın gece yarısı tavan arasından sesler duyar, sonra kızı
Gül’ün odasına gidip tamamen açık olan pencereyi kapatır.
Bu arada Ayten evde bir ruh çağırma tahtası bulur ve bunun Gül’e ait olduğunu
öğrenir. Gül “Kaptan Larsen” adında bir ruhla sürekli oynadığını söyler. Gece
yarısı uyanan Ayten yanında Gül’ü görür. Kız yatağının sallandığını ve
uyuyamadığını söyler. Bu arada Ayten tavan arasından tekrar nereden geldiği,
kime ait olduğu belli olmayan bir kitap bulur. Yazarı Tuğrul Bilge’dir:
“Şeytan: Akıl Hastalıkları Hakkındaki Görüşlerin Işığı Altında Evrensel
Dinlerde Şeytanın Ruh Zaptetmesi Olayı ve Şeytan Kovma Merasimi.” Bu
bilinmezlik de filmin metafizik yanını kuvvetlendirir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder