27 Ekim
2013
Yazının
başlığını "Toplumsal Hayattan Sinemaya Kadının Konumu" olarak da
okuyabilirsiniz. Kadının sinema teması olması, ülkemizin sinemayla tanıştığı
yıllarda, ilk filmlerde başlar. 1917 tarihli Pençe'de şehvet düşkünü isterik bir kadınla ilişki kuran Pertev ve
evli bir kadın uğruna yuvasını unutan, arkadaşı Vasfi'nin, Binnaz'da da (1919)
Lale Devri'nde güzelliği ve fettanlığıyla iki erkeğin başını döndüren,
birbirine düşüren Binnaz'ın öyküsü anlatılır.
Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın aynı adlı romanından uyarlanan 1919 tarihli Mürebbiye'de, Fransa'da dikiş tutturamayarak sevgilisi Maksim'le İstanbul'a gelen ve bir ailenin konağına mürebbiye olarak giren Anjel'in öyküsü anlatılır. Maksim, Anjel'i otel odasında başka bir erkekle suçüstü yakalar ve kovar. Konaktaki tüm erkekleri baştan çıkarır, Konağın sahibi Behri Efendi'den aşçıbaşı Tosun Ağa'ya kadar hepsini parmağında oynatmaya başlar. Film İşgal altındaki İstanbul'da kısa bir süre gösterilmesine karşın, "Fransızları küçük düşürdüğü gerekçesiyle" İşgal Kuvvetleri tarafından Anadolu'da gösterilmesi yasaklanır. Cinsellik içeren ve bir kadının kişiliği çevresinde kurulan öyküye sahip ilk filmlerden Mürebbiye'deki rolü ile Madam Kalitea adlı Rus asıllı oyuncu da sinemamızın ilk fettan/vamp kadını olmuştur.
Ön-Yeşilçam
döneminde varsıl/sosyete çevresi, düşen kızlar, metres hayatı yaşayan kadınlar
yansır filmlere. Yeşilçam döneminde de öz değişmemekle birlikte yeni motifler
eklenir. Esas kız kentli de olsa, köyde de olsa edilgen ve erkeğe bağımlıdır.
Köy filmlerinde genel olarak kaderi erkek tarafından (ağa-baba-ağabey-koca)
belirlenen 'çaresiz' kadının 'çilesi', yaşam mücadelesi anlatılırken salon
filmlerinin baş rolünde masum 'esas kızlar' vardır. 'Kötü yola' düşse de, barda,
pavyonda, genelevde çalışıyor olsa da masum, kader kurbanı kadınlar… Arabesk
filmlerin kadını da farklı değildir; yine çileli, kaderci, erkeğe bağımlı ve
teslimiyetçidir.
TOPLUMSAL
HAYATTAN SİNEMAYA
Salon
filmlerinin umutsuz, karşılıksız aşkları çokça işlenir Yeşilçam'da. Kalıp
bellidir zengin kız fakir oğlan ya da tersi ve kötü kadın ya da adam. Bu üçgen
içinde yaşanır her şey. Verem olunur, kör olunur, aşkı uğruna cinayet işlenir
ve fakat yine de mutlu sonla biter filmler.
Kadının
toplumsal hayattaki belirlenmiş rolü, popüler Yeşilçam filmlerine
sorgulanmadan, dahası bu konumu perçinleyen öykülerle yansır. Aile içindeki
hiyerarşi içinde, itaat eden bir konumdur bu. Var olan kurulu ve dayatılan
sistemi onaylayan, devamını savunan filmlerdir popüler Yeşilçam filmleri. Kadın
da bu düzen içinde payına düşeni, tıpkı gerçek hayattaki gibi alır bu
filmlerde. Erkek egemen sistem içinde ailesine, eşine boyun eğen de, aşkı
uğruna olmadık özverilerde bulunan da, her türlü ezaya boyun eğmek zorunda
kalan da kadındır. Bu konumu yansıtan, sorgulamamızı 'sağlayan', gerçekçi
filmler de vardır. Memduh Ün'ün yönettiği Kırık Çanaklar, Lütfi Akad'ın
yönettiği Üç Tekerlekli Bisiklet (Filmin bazı sahnelerini Memduh Ün çeker)
kadının aile ve toplumsal hayat içindeki konumunu anlatan önemli örneklerdir.
Kırık
Çanaklar aile yapısını, aile içindeki rol dağılımını gerçekçi ve duru bir
anlatımla yansıtır. Ailesini kıt kanaat geçindirmeye çalışan kamyon şoförü
Cemal, evin reisi olarak karısından evin bütün işlerini yapmasının dışında
güler yüz ve uyumluluk beklemektedir. Evin bütün yükünü omuzlayan Sebahat, bir
de küçük çocuğu Ayten'in yaramazlığı ve Cemal'in babasının geçimsizliğiyle
boğuşur. Çile çektiği için yakınan Sebahat yemekten, çamaşıra koşuşturup durur.
Bütün yakınmalarına rağmen yaptığı işleri küçümseyen kocasından beklediği
karşılığı alamaz. Bir de Cemal'de gözü olan, hafif meşrep Mualla 'kötü kadın'
olarak araya girince, asılsız bir dedikodu yüzünden yuvası yıkılmanın eşiğine
gelir. Cemal'in en yakın arkadaşı Sabri ile ilişkisi olduğu dedikodusunu
çıkaran Mualla, Sebahat'ın evden kovulmasını sağlar ve Cemal'le birlikte olur.
Sonunda gerçeği gören Cemal'i affeden Sebahat evine döner.
Üç Tekerlekli Bisiklet'te, kocası iş buldum diye Almanya'ya giden ve yıllardır ortalarda
olmayan Hacer'in tüm baskılara ve erkeklerin tacize varan rahatsız edici
yaklaşımlarına rağmen, çamaşırcılık yaparak 'kadın başına' çocuğunu büyütme ve
var olma çabasını izleriz. Bir de cinayet suçuyla aranan kaçak bir adamın
evlerine sığınmasıyla işler daha da karışır.
Evde çamaşır yıkadığı bir sırada evlerine sığınan yaralı kaçağı, tavan arasında
saklar. Zamanla aralarında duygusal bir yakınlık oluşur. Çocukla da babası
sandığı adam arasında iyi bir ilişki kurulur. Çocuğun düşü üç tekerlekli
bisiklet, kadınınsa kendisine sevgi gösterecek bir eştir. Kahvede dedikodu
üreten mahallenin erkeklerinin de Hacer'e yönelik tacizleri artar. Kira
alacakları için tacizlerini arttıran Yakup Efendi, yalnız olduğunu düşündüğü
Hacer'in evine gelerek sahip olmaya yeltenir. Kaçak Ali'yi, arama çabaları
hızlanmışken Hacer'in yıllardır görmediği kocası döner gelir. Hacer adamı
istemez. Sonunda Ali tutuklanır.
TUTKULU,
KARŞILIKSIZ AŞKLAR VE ‘ACI HAYAT’
50'li, 60'lı
yıllarda kadın erkek ilişkilerini anlatan, karşılıksız, umutsuz aşkların
yaşandığı öykülere de rastlarız unutulmaz filmler içinde. Bu filmlerin kadın
kahramanları alt sınıftandır genellikle. Manikürcü, konsomatris, hayat
kadını...
Kadınla
erkeğin alt sınıftan olduğu, birinden birinin sınıf atlayarak geçmişinden ve
sevgilisinden intikam almaya çalıştığı öyküler de çokça işlenir yine bu
dönemde. 'Acı Hayat' (Metin Erksan, 1962), hem gerçekçi hem de yalın,
büyüleyici anlatımıyla önemli örnekler arasında yer alır.
Sınıf atlama
düşlerinin, sınıfsal çelişkilerin kararttığı hayatları şiirsel bir dille
anlattığı bir tutku ve karşılıksız aşk öyküsü, Acı Hayat'ta, köy filmlerindeki
başarılı toplumsal gerçekçi anlatımını bu kez kent atmosferinde sürdürür
Erksan. Film yoksul bir tersane işçisi olan Mehmet'le (Ayhan Işık), kuaförde
çalışan manikürcü Nermin (Türkan Şoray) arasında geçen şu diyalogla başlar;
Nermin: Seni seviyorum Mehmet.
Mehmet: Ben de seni Nermin. Hem de aşkların en büyüğüyle seviyorum seni.
Nermin: Hiç ayrılmak istemiyorum senden.
Mehmet: Artık evlenelim Nermin.
Nermin: Evlenelim Mehmet. Bizim de bir yuvamız olsun, çocuklarımızı büyütelim orda.
Mehmet: Hemen bir ev arayalım. Kazancıma uygun bir yer bulunca yıldırım nikâhıyla evleniriz.
Mehmet: Ben de seni Nermin. Hem de aşkların en büyüğüyle seviyorum seni.
Nermin: Hiç ayrılmak istemiyorum senden.
Mehmet: Artık evlenelim Nermin.
Nermin: Evlenelim Mehmet. Bizim de bir yuvamız olsun, çocuklarımızı büyütelim orda.
Mehmet: Hemen bir ev arayalım. Kazancıma uygun bir yer bulunca yıldırım nikâhıyla evleniriz.
Galata
Köprüsü üzerinde İstanbul manzaralı konuşmanın ardından genç sevgililer ev
aramaya koyulurlar. Fakat hayat o yıllarda da yoksullar için pahalıdır.
Bütçelerine göre ev bulmak kolay değildir. Manikürcü Nermin'in çalıştığı
kuaföre gelen varsıl kadınlar Fransa'ya gitmekten, Paris'te olmaktan, oralardan
kürk almaktan, Monte Carlo radyosunun mücevherlerden bahseden moda yorumcusunu
dinlemekten söz etmektedirler. Mehmet tersanede kaynak yaparken, manikürcü
Nermin bu konuşmaları içlenerek dinler.
Ender (Ekrem Bora), Nermin'in evlerine maniküre gittiği zengin ailenin şımarık züppe oğludur. O yıllarda zenginlik gösterisi olan lüks otomobiliyle, yaşadığı gösterişli hayatla ve tabii ki içki içirip sarhoş ederek Nermin'i baştan çıkarır. Zengin biriyle evlenip yaşadığı yoksul hayattan kurtulmak Nermin için de caziptir.
Bir yandan
Nermin'i elde edebilmek için her yolu deneyen, kur yapan Ender, bir yandan
"Görüyorsun halimizi, hiç olmazsa sen kendini kurtar. Ne yap yap dükkâna
gelen zengin müşterilerden biriyle muhakkak evlen, kurtul bu hayattan. Zengin
koca aramak ayıp değil kızım, yoksa hayatın boyunca yoksulluk çekersin"
diyen yoksulluktan bunalmış annesi Nermin'in direncini iyice kırmakta, kafasını
karıştırmaktadır. Sonunda Nermin bütçelerine göre bir ev bile bulamamanın ve
yoksul bir hayatın verdiği sıkıntılara yenik düşer, zengin bir hayatı tercih
eder.
Seçimini
sonradan karşılaştığı Mehmet'e, "Doğduğumdan beri gördüğüm sefaletten
korkmuştum, zenginliği tercih ettim." diye anlatmaya çalışır. Bir kiralık
ev bile tutamayan Mehmet'e piyangodan büyük ikramiye olan bir milyon lira
çıkar. Mehmet artık milyoner bir zengindir. Yeni zengin Mehmet, lüks
apartmanlar yapan bir müteahhit, gece kulübü işleten acımasız bir işadamı olur.
Kendisini daha iyi bir hayat uğruna terk eden, aşkını değil de parayı tercih
eden eski sevgilisinden intikam almaya yönelir. Bu duygularla çok acımasız
davranır Nermin'e. İntikam duygusuyla Ender'in kız kardeşiyle birlikte olmak da
öfkesini dindirmez Mehmet'in. Bütün öykünün özünü simgeleyen asansör metaforu
toplumsal dönüşümü anlatması ve filme kattığı görsel zenginlik, anlatım gücü
bakımından Metin Erksan'ın ustalığının göstergelerindendir. Mehmet asansörle
yukarı çıkarken, Nermin aşağıya iniyordur.
TUTKULU,
İMKÂNSIZ AŞKLAR… 'VESİKALI YÂRİM'
Lütfi Ö.
Akad'ın yönettiği unutulmaz filmlerinden Vesikalı Yârim'de (1968) de manav
Halil'le konsomatris Sabiha'nın tutkulu fakat karşılıksız aşkları anlatılır. Jenerik
"Kalbimi Kıra Kıra" şarkısının müziği ile akar. Manav dükkânlarına
götürmek üzere, üç arkadaşıyla birlikte at arabasına sebze yükleyen Halil'i
(İzzet Günay) görürüz ilk sahnede. Filmin esas kızı, arzu ve aşk nesnesi
konsomatris Sabiha'yı (Türkan Şoray) görmek için, dört arkadaşın Beyoğlu'ndaki
Şen Saz'a gitmelerini bekleriz. Dört arkadaşın sıklıkla yaşadıkları, rakılı
meyhane gecelerinden birinde Fethi'nin (Semih Sezerli) isteğiyle gidilir
Beyoğlu'na ve Şen Saz'a. "Bir büyük şişe ve nevalesi benden. Fazlasına
aklım yetmez. Size bu ikramı Beyoğlu'nda yapacağım. Bıktım Ayı Rıfat'ın
meyhanesinden. Daha masraflı olur ama gözümüz gönlümüz açılır birazcık."
Sahnede Şükran Ay'ın sesinden "Kahverengi Gözlerin" söylenmekte,
Müjgan (Ayfer Feray) elinde sigara dolanmaktadır dört kafadar içmeye
başladığında. "Sokağın Ardındayım" başladığında keyifler yerindedir.
Servisleri Yeşilçam'ın değişmez garsonu Hakkı Haktan yapmaktadır.
Fethi:
"Gariban kızlar işte, ne olacak. Bunların baktıkları aynalar bile
küflenmiştir."
Cemil: "Bunlar var ya, muhabbetin her türlüsünü bilirler. Erkeklerine kul köle olurlar. Dayaktan, küfürden, jiletten, bıçaktan geçtim, üste para yedirir de gene yaranamazlar. (…) Bunlar bir erkeğe tutuldular mı, hele bir de içip sarhoşladılar mı dağları düz ederler be."
Bu diyalogdan sonra Halil'in de yaşantısını değiştirecek anlar başlar. Üç arkadaş aralarında fısıldaştıktan sonra başka bir yere gitmek üzere kalkarlar. "Kalkalım, Halil yabancımız değil, başımız da bağlı değil.". Halil, "Ben bir iki kadeh daha içip eve yollanacağım" diyerek kalır. Sahnedeki şarkı sigara dumanları arasında sürmektedir. "Sokağın ardı çarşı, evimiz karşı karşı/Sevgilim barışalım dosta düşmana karşı/Senin yüzünden bitmiyor derdim/Bir sevda uğruna ben ömrümü verdim". Bir imkânsız sevda uğruna ömür verilecek an da tam bu sırada yaşanır. Halil garsonu çağırmak için arkasını bakıp masaya döndüğünde hem vesikalı hem de yar olacak Sabiha ile göz göze gelir.
Cemil: "Bunlar var ya, muhabbetin her türlüsünü bilirler. Erkeklerine kul köle olurlar. Dayaktan, küfürden, jiletten, bıçaktan geçtim, üste para yedirir de gene yaranamazlar. (…) Bunlar bir erkeğe tutuldular mı, hele bir de içip sarhoşladılar mı dağları düz ederler be."
Bu diyalogdan sonra Halil'in de yaşantısını değiştirecek anlar başlar. Üç arkadaş aralarında fısıldaştıktan sonra başka bir yere gitmek üzere kalkarlar. "Kalkalım, Halil yabancımız değil, başımız da bağlı değil.". Halil, "Ben bir iki kadeh daha içip eve yollanacağım" diyerek kalır. Sahnedeki şarkı sigara dumanları arasında sürmektedir. "Sokağın ardı çarşı, evimiz karşı karşı/Sevgilim barışalım dosta düşmana karşı/Senin yüzünden bitmiyor derdim/Bir sevda uğruna ben ömrümü verdim". Bir imkânsız sevda uğruna ömür verilecek an da tam bu sırada yaşanır. Halil garsonu çağırmak için arkasını bakıp masaya döndüğünde hem vesikalı hem de yar olacak Sabiha ile göz göze gelir.
"Bir
sigara içebilir miyim? Yakar mısın?" Dumanlar arasında gülümseyen
Sabiha'nın sigarasını yakar Halil. Sabiha masaya oturmuştur bile. İlk anda
büyülenmiş, çarpılmıştır Halil İmkânsız aşk, o anda başlamıştır.
Etkileyici
sahnelerden s
onra imkânsız aşk yol alır. Vesikalı yar Sabiha çoğu zaman alaycı,
umursamaz davranır Halil'e. Halil, sazdaki işinden ayrılan Sabiha'nın yanına
taşınır. Sabiha içinse yaşadığı ev farklılaşmıştır. "Halil… Bu evi şimdi
seviyorum. Ondan evvel, ne bileyim ben, bir barınaktı sadece. Şimdi ev oldu."
İkisinin de yaşam biçimi değişmiştir. Halil evine, Sabiha işine gitmemeye
başlamıştır. Süslü, kokulu Sabiha sade, sıradan görüntüsüyle pazara, alışverişe
çıkar, Halil manavda dalgındır, kendini işine veremez.Tutkulu bir aşktır yaşanan fakat aşkları dikiş tutmaz, imkânsızdır, kalıcı değildir. Sabiha, Halil'in evli olduğunu öğrenmiştir. Evli olduğunu söyletemez Halil'e. Tutku sürse de aşkın imkânsızlığı belli olmuştur. Bütün film boyunca anlatıyı destekleyen müzik eşliğinde finale yol alırız. İç hesaplaşmalar yaşar Halil. Sabiha'nın hediye ettiği tabakaya bakar, "Kalbimi Kıra Kıra" şarkısı eşliğinde. "Senden bana ne kaldı/ Bir hatıradan başka/ Bir daha geri dönmem/ Yalan kattın aşka"
Aralarındaki
sorunlar Halil'in evine dönmesiyle sonuçlanır. Kapıyı açan çocuk içeri doğru
seslenir, "Anne… Babam geldi." Sabiha bir kez daha Halil'e dönmeyi
dener, manav dükkânına uzaktan bakarken baba ile göz göze gelir. Halil,
çocuklarını sevmekte, önlüğünü takmış işinin başındadır. Bu artık, aşkın
imkânsızlığının, Halil'e ulaşamayacağının ispatıdır. Sabiha, geri dönüp
İstanbul sokaklarında, erkekler arasında yürümeye başladığında bir başınadır.
Bu iç burkan sahneye Şükran Ay'ın sesi eşlik eder: “Gözyaşların boşuna/ Düşmem
artık peşine/ Yansın yüreğin yansın/ Şimdi de bende sıra/ Kalbimi kıra kıra/
Bıraktın bir hatıra/ Günahını yalancı/ dudaklarında ara”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder