20 Mart 2020 Cuma

KADININ KONUMU VE AŞKIN HALLERİ


27 Ekim 2013
Yazının başlığını "Toplumsal Hayattan Sinemaya Kadının Konumu" olarak da okuyabilirsiniz. Kadının sinema teması olması, ülkemizin sinemayla tanıştığı yıllarda, ilk filmlerde başlar. 1917 tarihli Pençe'de şehvet düşkünü isterik bir kadınla ilişki kuran Pertev ve evli bir kadın uğruna yuvasını unutan, arkadaşı Vasfi'nin, Binnaz'da da (1919) Lale Devri'nde güzelliği ve fettanlığıyla iki erkeğin başını döndüren, birbirine düşüren Binnaz'ın öyküsü anlatılır.

Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın aynı adlı romanından uyarlanan 1919 tarihli Mürebbiye'de, Fransa'da dikiş tutturamayarak sevgilisi Maksim'le İstanbul'a gelen ve bir ailenin konağına mürebbiye olarak giren Anjel'in öyküsü anlatılır. Maksim, Anjel'i otel odasında başka bir erkekle suçüstü yakalar ve kovar. Konaktaki tüm erkekleri baştan çıkarır, Konağın sahibi Behri Efendi'den aşçıbaşı Tosun Ağa'ya kadar hepsini parmağında oynatmaya başlar. Film İşgal altındaki İstanbul'da kısa bir süre gösterilmesine karşın, "Fransızları küçük düşürdüğü gerekçesiyle" İşgal Kuvvetleri tarafından Anadolu'da gösterilmesi yasaklanır. Cinsellik içeren ve bir kadının kişiliği çevresinde kurulan öyküye sahip ilk filmlerden Mürebbiye'deki rolü ile Madam Kalitea adlı Rus asıllı oyuncu da sinemamızın ilk fettan/vamp kadını olmuştur.
Ön-Yeşilçam döneminde varsıl/sosyete çevresi, düşen kızlar, metres hayatı yaşayan kadınlar yansır filmlere. Yeşilçam döneminde de öz değişmemekle birlikte yeni motifler eklenir. Esas kız kentli de olsa, köyde de olsa edilgen ve erkeğe bağımlıdır. Köy filmlerinde genel olarak kaderi erkek tarafından (ağa-baba-ağabey-koca) belirlenen 'çaresiz' kadının 'çilesi', yaşam mücadelesi anlatılırken salon filmlerinin baş rolünde masum 'esas kızlar' vardır. 'Kötü yola' düşse de, barda, pavyonda, genelevde çalışıyor olsa da masum, kader kurbanı kadınlar… Arabesk filmlerin kadını da farklı değildir; yine çileli, kaderci, erkeğe bağımlı ve teslimiyetçidir.
TOPLUMSAL HAYATTAN SİNEMAYA
Salon filmlerinin umutsuz, karşılıksız aşkları çokça işlenir Yeşilçam'da. Kalıp bellidir zengin kız fakir oğlan ya da tersi ve kötü kadın ya da adam. Bu üçgen içinde yaşanır her şey. Verem olunur, kör olunur, aşkı uğruna cinayet işlenir ve fakat yine de mutlu sonla biter filmler.
Kadının toplumsal hayattaki belirlenmiş rolü, popüler Yeşilçam filmlerine sorgulanmadan, dahası bu konumu perçinleyen öykülerle yansır. Aile içindeki hiyerarşi içinde, itaat eden bir konumdur bu. Var olan kurulu ve dayatılan sistemi onaylayan, devamını savunan filmlerdir popüler Yeşilçam filmleri. Kadın da bu düzen içinde payına düşeni, tıpkı gerçek hayattaki gibi alır bu filmlerde. Erkek egemen sistem içinde ailesine, eşine boyun eğen de, aşkı uğruna olmadık özverilerde bulunan da, her türlü ezaya boyun eğmek zorunda kalan da kadındır. Bu konumu yansıtan, sorgulamamızı 'sağlayan', gerçekçi filmler de vardır. Memduh Ün'ün yönettiği Kırık Çanaklar, Lütfi Akad'ın yönettiği Üç Tekerlekli Bisiklet (Filmin bazı sahnelerini Memduh Ün çeker) kadının aile ve toplumsal hayat içindeki konumunu anlatan önemli örneklerdir.
 Kırık Çanaklar aile yapısını, aile içindeki rol dağılımını gerçekçi ve duru bir anlatımla yansıtır. Ailesini kıt kanaat geçindirmeye çalışan kamyon şoförü Cemal, evin reisi olarak karısından evin bütün işlerini yapmasının dışında güler yüz ve uyumluluk beklemektedir. Evin bütün yükünü omuzlayan Sebahat, bir de küçük çocuğu Ayten'in yaramazlığı ve Cemal'in babasının geçimsizliğiyle boğuşur. Çile çektiği için yakınan Sebahat yemekten, çamaşıra koşuşturup durur. Bütün yakınmalarına rağmen yaptığı işleri küçümseyen kocasından beklediği karşılığı alamaz. Bir de Cemal'de gözü olan, hafif meşrep Mualla 'kötü kadın' olarak araya girince, asılsız bir dedikodu yüzünden yuvası yıkılmanın eşiğine gelir. Cemal'in en yakın arkadaşı Sabri ile ilişkisi olduğu dedikodusunu çıkaran Mualla, Sebahat'ın evden kovulmasını sağlar ve Cemal'le birlikte olur. Sonunda gerçeği gören Cemal'i affeden Sebahat evine döner.  
Üç Tekerlekli Bisiklet'te, kocası iş buldum diye Almanya'ya giden ve yıllardır ortalarda olmayan Hacer'in tüm baskılara ve erkeklerin tacize varan rahatsız edici yaklaşımlarına rağmen, çamaşırcılık yaparak 'kadın başına' çocuğunu büyütme ve var olma çabasını izleriz. Bir de cinayet suçuyla aranan kaçak bir adamın evlerine sığınmasıyla işler daha da karışır.
Evde çamaşır yıkadığı bir sırada evlerine sığınan yaralı kaçağı, tavan arasında saklar. Zamanla aralarında duygusal bir yakınlık oluşur. Çocukla da babası sandığı adam arasında iyi bir ilişki kurulur. Çocuğun düşü üç tekerlekli bisiklet, kadınınsa kendisine sevgi gösterecek bir eştir. Kahvede dedikodu üreten mahallenin erkeklerinin de Hacer'e yönelik tacizleri artar. Kira alacakları için tacizlerini arttıran Yakup Efendi, yalnız olduğunu düşündüğü Hacer'in evine gelerek sahip olmaya yeltenir. Kaçak Ali'yi, arama çabaları hızlanmışken Hacer'in yıllardır görmediği kocası döner gelir. Hacer adamı istemez. Sonunda Ali tutuklanır.
TUTKULU, KARŞILIKSIZ AŞKLAR VE ‘ACI HAYAT’
50'li, 60'lı yıllarda kadın erkek ilişkilerini anlatan, karşılıksız, umutsuz aşkların yaşandığı öykülere de rastlarız unutulmaz filmler içinde. Bu filmlerin kadın kahramanları alt sınıftandır genellikle. Manikürcü, konsomatris, hayat kadını...
Kadınla erkeğin alt sınıftan olduğu, birinden birinin sınıf atlayarak geçmişinden ve sevgilisinden intikam almaya çalıştığı öyküler de çokça işlenir yine bu dönemde. 'Acı Hayat' (Metin Erksan, 1962), hem gerçekçi hem de yalın, büyüleyici anlatımıyla önemli örnekler arasında yer alır.
Sınıf atlama düşlerinin, sınıfsal çelişkilerin kararttığı hayatları şiirsel bir dille anlattığı bir tutku ve karşılıksız aşk öyküsü, Acı Hayat'ta, köy filmlerindeki başarılı toplumsal gerçekçi anlatımını bu kez kent atmosferinde sürdürür Erksan. Film yoksul bir tersane işçisi olan Mehmet'le (Ayhan Işık), kuaförde çalışan manikürcü Nermin (Türkan Şoray) arasında geçen şu diyalogla başlar;
Nermin: Seni seviyorum Mehmet.
Mehmet: Ben de seni Nermin. Hem de aşkların en büyüğüyle seviyorum seni.
Nermin: Hiç ayrılmak istemiyorum senden.
Mehmet: Artık evlenelim Nermin.
Nermin: Evlenelim Mehmet. Bizim de bir yuvamız olsun, çocuklarımızı büyütelim orda.
Mehmet: Hemen bir ev arayalım. Kazancıma uygun bir yer bulunca yıldırım nikâhıyla evleniriz.
Galata Köprüsü üzerinde İstanbul manzaralı konuşmanın ardından genç sevgililer ev aramaya koyulurlar. Fakat hayat o yıllarda da yoksullar için pahalıdır. Bütçelerine göre ev bulmak kolay değildir. Manikürcü Nermin'in çalıştığı kuaföre gelen varsıl kadınlar Fransa'ya gitmekten, Paris'te olmaktan, oralardan kürk almaktan, Monte Carlo radyosunun mücevherlerden bahseden moda yorumcusunu dinlemekten söz etmektedirler. Mehmet tersanede kaynak yaparken, manikürcü Nermin bu konuşmaları içlenerek dinler.

Ender (Ekrem Bora), Nermin'in evlerine maniküre gittiği zengin ailenin şımarık züppe oğludur. O yıllarda zenginlik gösterisi olan lüks otomobiliyle, yaşadığı gösterişli hayatla ve tabii ki içki içirip sarhoş ederek Nermin'i baştan çıkarır. Zengin biriyle evlenip yaşadığı yoksul hayattan kurtulmak Nermin için de caziptir.
Bir yandan Nermin'i elde edebilmek için her yolu deneyen, kur yapan Ender, bir yandan "Görüyorsun halimizi, hiç olmazsa sen kendini kurtar. Ne yap yap dükkâna gelen zengin müşterilerden biriyle muhakkak evlen, kurtul bu hayattan. Zengin koca aramak ayıp değil kızım, yoksa hayatın boyunca yoksulluk çekersin" diyen yoksulluktan bunalmış annesi Nermin'in direncini iyice kırmakta, kafasını karıştırmaktadır. Sonunda Nermin bütçelerine göre bir ev bile bulamamanın ve yoksul bir hayatın verdiği sıkıntılara yenik düşer, zengin bir hayatı tercih eder.
Seçimini sonradan karşılaştığı Mehmet'e, "Doğduğumdan beri gördüğüm sefaletten korkmuştum, zenginliği tercih ettim." diye anlatmaya çalışır. Bir kiralık ev bile tutamayan Mehmet'e piyangodan büyük ikramiye olan bir milyon lira çıkar. Mehmet artık milyoner bir zengindir. Yeni zengin Mehmet, lüks apartmanlar yapan bir müteahhit, gece kulübü işleten acımasız bir işadamı olur. Kendisini daha iyi bir hayat uğruna terk eden, aşkını değil de parayı tercih eden eski sevgilisinden intikam almaya yönelir. Bu duygularla çok acımasız davranır Nermin'e. İntikam duygusuyla Ender'in kız kardeşiyle birlikte olmak da öfkesini dindirmez Mehmet'in. Bütün öykünün özünü simgeleyen asansör metaforu toplumsal dönüşümü anlatması ve filme kattığı görsel zenginlik, anlatım gücü bakımından Metin Erksan'ın ustalığının göstergelerindendir. Mehmet asansörle yukarı çıkarken, Nermin aşağıya iniyordur.
TUTKULU, İMKÂNSIZ AŞKLAR… 'VESİKALI YÂRİM'
Lütfi Ö. Akad'ın yönettiği unutulmaz filmlerinden Vesikalı Yârim'de (1968) de manav Halil'le konsomatris Sabiha'nın tutkulu fakat karşılıksız aşkları anlatılır. Jenerik "Kalbimi Kıra Kıra" şarkısının müziği ile akar. Manav dükkânlarına götürmek üzere, üç arkadaşıyla birlikte at arabasına sebze yükleyen Halil'i (İzzet Günay) görürüz ilk sahnede. Filmin esas kızı, arzu ve aşk nesnesi konsomatris Sabiha'yı (Türkan Şoray) görmek için, dört arkadaşın Beyoğlu'ndaki Şen Saz'a gitmelerini bekleriz. Dört arkadaşın sıklıkla yaşadıkları, rakılı meyhane gecelerinden birinde Fethi'nin (Semih Sezerli) isteğiyle gidilir Beyoğlu'na ve Şen Saz'a. "Bir büyük şişe ve nevalesi benden. Fazlasına aklım yetmez. Size bu ikramı Beyoğlu'nda yapacağım. Bıktım Ayı Rıfat'ın meyhanesinden. Daha masraflı olur ama gözümüz gönlümüz açılır birazcık." Sahnede Şükran Ay'ın sesinden "Kahverengi Gözlerin" söylenmekte, Müjgan (Ayfer Feray) elinde sigara dolanmaktadır dört kafadar içmeye başladığında. "Sokağın Ardındayım" başladığında keyifler yerindedir. Servisleri Yeşilçam'ın değişmez garsonu Hakkı Haktan yapmaktadır.
Fethi: "Gariban kızlar işte, ne olacak. Bunların baktıkları aynalar bile küflenmiştir."
Cemil: "Bunlar var ya, muhabbetin her türlüsünü bilirler. Erkeklerine kul köle olurlar. Dayaktan, küfürden, jiletten, bıçaktan geçtim, üste para yedirir de gene yaranamazlar. (…) Bunlar bir erkeğe tutuldular mı, hele bir de içip sarhoşladılar mı dağları düz ederler be."
Bu diyalogdan sonra Halil'in de yaşantısını değiştirecek anlar başlar. Üç arkadaş aralarında fısıldaştıktan sonra başka bir yere gitmek üzere kalkarlar. "Kalkalım, Halil yabancımız değil, başımız da bağlı değil.". Halil, "Ben bir iki kadeh daha içip eve yollanacağım" diyerek kalır. Sahnedeki şarkı sigara dumanları arasında sürmektedir. "Sokağın ardı çarşı, evimiz karşı karşı/Sevgilim barışalım dosta düşmana karşı/Senin yüzünden bitmiyor derdim/Bir sevda uğruna ben ömrümü verdim". Bir imkânsız sevda uğruna ömür verilecek an da tam bu sırada yaşanır. Halil garsonu çağırmak için arkasını bakıp masaya döndüğünde hem vesikalı hem de yar olacak Sabiha ile göz göze gelir.
"Bir sigara içebilir miyim? Yakar mısın?" Dumanlar arasında gülümseyen Sabiha'nın sigarasını yakar Halil. Sabiha masaya oturmuştur bile. İlk anda büyülenmiş, çarpılmıştır Halil İmkânsız aşk, o anda başlamıştır.
Etkileyici sahnelerden s
onra imkânsız aşk yol alır. Vesikalı yar Sabiha çoğu zaman alaycı, umursamaz davranır Halil'e. Halil, sazdaki işinden ayrılan Sabiha'nın yanına taşınır. Sabiha içinse yaşadığı ev farklılaşmıştır. "Halil… Bu evi şimdi seviyorum. Ondan evvel, ne bileyim ben, bir barınaktı sadece. Şimdi ev oldu." İkisinin de yaşam biçimi değişmiştir. Halil evine, Sabiha işine gitmemeye başlamıştır. Süslü, kokulu Sabiha sade, sıradan görüntüsüyle pazara, alışverişe çıkar, Halil manavda dalgındır, kendini işine veremez.
Tutkulu bir aşktır yaşanan fakat aşkları dikiş tutmaz, imkânsızdır, kalıcı değildir. Sabiha, Halil'in evli olduğunu öğrenmiştir. Evli olduğunu söyletemez Halil'e. Tutku sürse de aşkın imkânsızlığı belli olmuştur. Bütün film boyunca anlatıyı destekleyen müzik eşliğinde finale yol alırız. İç hesaplaşmalar yaşar Halil. Sabiha'nın hediye ettiği tabakaya bakar, "Kalbimi Kıra Kıra" şarkısı eşliğinde. "Senden bana ne kaldı/ Bir hatıradan başka/ Bir daha geri dönmem/ Yalan kattın aşka"
Aralarındaki sorunlar Halil'in evine dönmesiyle sonuçlanır. Kapıyı açan çocuk içeri doğru seslenir, "Anne… Babam geldi." Sabiha bir kez daha Halil'e dönmeyi dener, manav dükkânına uzaktan bakarken baba ile göz göze gelir. Halil, çocuklarını sevmekte, önlüğünü takmış işinin başındadır. Bu artık, aşkın imkânsızlığının, Halil'e ulaşamayacağının ispatıdır. Sabiha, geri dönüp İstanbul sokaklarında, erkekler arasında yürümeye başladığında bir başınadır. Bu iç burkan sahneye Şükran Ay'ın sesi eşlik eder: “Gözyaşların boşuna/ Düşmem artık peşine/ Yansın yüreğin yansın/ Şimdi de bende sıra/ Kalbimi kıra kıra/ Bıraktın bir hatıra/ Günahını yalancı/ dudaklarında ara”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder