20 Mart 2020 Cuma

DEPREM VE ZULÜM


 22 Aralık 2013
23 Ekim 2011 tarihinden bugüne (22 Aralık 2013) dek kaç saat, kaç gün, kaç hafta, kaç ay geçti ey devlet! Van o günden bu yana üşüyor. Vanlı depremzedeler ölüme terk edildi. Başta barınma olmak üzere hiçbir ihtiyacının karşılanmadığı depremzedeler yerleştirildikleri konteynırlardan çıkarılmak isteniyor, elektrikleri kesiliyor. Depremzedelerin kaldığı çadırlarda yangınlar çıkıyor, insanlar yangınlarda ölüyor; kış koşullarında çocuklar donarak ölüyor. Yangından, soğuktan kurtulan açlıktan ölüyor. Haftalardır açlık grevinde olan ve yaklaşık 4 aydır elektriksiz yaşam mücadelesi veren depremzedeler, konteynırlara yeniden elektrik bağlanması için yaptığı girişimlerin de Valilik tarafından engellendiğini söylüyor. Konteynırları kaplayan kar ve soğuk hava nedeniyle zor günler yaşayan depremzede bir anne "Akşam olunca çocuklarımızı nefesimizle ısıtıyoruz" diyor.
Evrensel'e konuşan depremzedelerin temsilcisi Ali Ahi, "Burada insanlar çaresizliği izliyor. Burada küçük çocukların yazdığı bir pankart vardı. 'Hayatımız film olmuş' diye. Bu doğru ve yetkililer bu filmi resmen izliyor. Biz çaresiziz ölüme terk edilmiş durumdayız" diyor.
VANLI İÇİN BU ZULÜM İLK DEĞİL
Hareketli yıllardı. 12 Mart darbesi yapılmış gençler aydınlar hapishanelere atılmış, işkencelerden geçirilmişti. 12 Martın karanlık günleri kâbus gibi çökmüştü ülkeye. Deniz Gezmişler asılmış, Mahir Çayan ve arkadaşları, İbrahim Kaypakkaya ve daha birçok devrimci yargılı yargısız infazlarda, işkencelerde öldürülmüştü. 12 Mart kâbusundan uzaklaşma günlerinde, 1974 affıyla cezaevinden çıkan devrimciler örgütlenmelerini ve mücadelelerini yeniden sürdürmeye başlamışlardı. Halk muhalefetinin de yüksek olduğu yıllardı. Fakat 12 Mart öncesi de çok parçaya bölünmüş devrimciler, yeni dönemde de aynı bölünmüşlükle, farklı örgütlenmeler içinde yer alıyordu. Sol içinde iki kutuplu dünyada, daha çok Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti eksenli bölünmeler yaşanıyordu. Bu örgütlenmeler sanat dünyasına da yansıyordu kaçınılmaz olarak.
O yıllarda, Ankara Sanat Tiyatrosu'nda da bir bölünme yaşanmıştı. Başında Erkan Yücel'in olduğu bir gurup oyuncu hem siyasal farklılık hem de buna bağlı olarak oyun seçimine dek yansıyan sanat anlayışlarındaki farklı bakış nedeniyle AST'tan ayrılarak adı daha sonra Ankara Halk Tiyatrosu olan Devrimci Ankara Sanat Tiyatrosu'nu kurmuştu. Devrimci Ankara Sanat Tiyatrosu'nun oyuncularını da tanımıyordum henüz isim olarak da, yüz olarak da.
İlk oyunlarıyla Kartal'a turneye geldiklerinde tanıştık hepsiyle. Erkan Yücel'i ilk kez orada tanımıştım. Oyun öncesi sohbetler yapılmıştı Kartal Belediye Sineması'nın fuayesinde. (Kişisel bir not: O ana kadar her şey normaldi. Fakat oyun başlayıp da Erkan Yücel sahneye çıktığında ilk büyü yaşanmış, ilk tiyatro ateşi düşmüştü içime. Öncesinde de sinemaya ve oyunculuğa olan tutkum, Erkan Yücel'in sahnedeki büyüsüyle, ışığıyla, izini yıllarca süreceğim başka bir sevdaya dönüşmüştü. Bu etkilenme sadece benim için de geçerli değildi. Belediye Sineması'nı tıka basa dolduran herkes, Erkan Yücel'den çok etkilenmişti. O'nun sahneye çıktığı an, salonda bir dalgalanma yaşanıyor, kahkahadan kırılıyordu herkes.)
DAST'ın ve Erkan Yücel'in, ilk izlediğim oyunları "Halkın Gücü", "Toprak", "Ağalar Cehennemin Dibine" ve "Deprem ve Zulüm"dü. Erkan Yücelli sahneler ve ekibin oyunlarda söylediği türküler, marşlar yıllarca silinmedi belleğimden. Erkan Yücel Toprak adlı oyunu Pazarcık köylülerinin toprak mücadelesini yerinde inceleyip oyunlaştırır ve bu oyunla yılın en iyi oyuncusu da seçilir.
Mert Egemen'i, Fuat Çiyiltepe'yi, Mualla Çiyiltepe'yi, Halil Hoca'yı, Hasan Yıldırım'ı, Şıh Ali Yalçıner'i de DAST oyunlarında tanımıştım.
DEPREM VAR, DEPREM VAR MURADİYE'DE VAN'DA ZULÜM VAR, ZULÜM VAR DERSİM'DE ZİLAN'DA
6 Eylül 1975 tarihinde Diyarbakır'ın Lice ilçesi ve köylerinde 6,6 büyüklüğünde bir deprem olur. 23 saniye süren bu şiddetli sarsıntı sonrası 2385 insan hayatını kaybeder. Daha Lice depreminin acıları sürerken, yaralar kapanmamışken 24 Kasım 1976 tarihinde merkez üssü Van'ın Muradiye ilçesi Çaldıran bucağı olan 7,5 büyüklüğünde "bilançosu korkunç" bir deprem olur. Deprem Muradiye ile çevre ilçeler olan Erciş ve Özalp'de can ve mal kaybına neden olur. Bu depremde de 3840 insan hayatını kaybeder. Bütün dünyadan yardım ve destek geldiği gibi, Türkiyeli tüm devrimciler de Van'a yardıma, dayanışmaya, koşar, kurtarma çalışmalarına katılır. Fakat o gün de yardımlar yağmalanır, halk açlığa, soğuğa ve ölüme terk edilir.
DAST (Ankara Halk Tiyatrosu) da bölgeye giderek deprem üzerine bir oyun hazırlamayı kararlaştırır.  "Deprem ve Zulüm" adlı oyunun tekstlerini hazırlayan üç oyuncudan biri de oyuncu Şıh Ali Yalçıner'dir. Fuat Çiyiltepe ile Van'a gidip yerinde inceleme araştırma yaparak bölgedeki sosyal-ekonomik hayata dair edindikleri bilgileri oyun metnine dönüştürürler. Zelzele adıyla yazdıkları ilk metin beğenilmesine karşın, bağlı oldukları siyasi yapı/parti tarafından yapılan müdahaleler ve tartışmalar sonrası değişikliklerle Deprem ve Zulüm adıyla oyunlaştırılarak sahnelenir.
90'lı yıllarda yaptığımız bir söyleşide şunları söylemişti Şıh Ali Yalçıner: "İnsanların yaşadığı zulüm çok ağırdı. O bölgelerde hem doğanın zulmü hem de milli zulüm yaşanıyordu. Oyunda bunu işledik. Kürtçe ağıtlar, konuşmalar olduğu için yaklaşık on yıl yasaklandı. Gözaltılar, tutuklamalar oldu. Oynandığı her yerde soruşturmalar açıldı. Ord. Prof. Sulhi Dönmezer bilirkişi olarak, 'oyun cezalandırılmalı' diye rapor verdi. Oyunun bölücülük suçundan yargılanmasını isteyenlere karşı, tiyatronun önemli ismi Haldun Taner ise oyunun Türk ve Kürt halklarının kardeşliğine hizmet ettiğini söylüyor, 'bütününe bakıldığında bölücülük yapmadığını anlarsınız' diye rapor veriyordu. Anadolu'da köylerde traktör römorklarında oynuyorduk oyunları. AST'tan 'tiyatroyu halka, Anadolu'ya yaymak gerekir' gibi düşüncelerle de ayrışma yaşanmıştı. Türkiye'de, kötü rollerde oynayan oyunculara tepki gösterecek kadar ortaoyununa uygun bir halk vardı."
Oyun Ankara'da ve gittikleri yerlerde büyük ilgi görür fakat devlet baskısı ve zulmü, yasaklamalar, davalar, gözaltılar peşlerini bırakmaz. "Devletin şahsiyetine karşı eylemde bulunmak", "Devlet kuvvetlerine karşı eylemde bulunmak" ya da "milli duyguları yok etmek ve zayıflatmak için propaganda yapmak", "bölücülük yapmak" gibi suçlamalarla davalar açılır, yargılamalar yapılır, bilirkişi raporları hazırlanır.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder