05 Ocak 2014
Yazının
başlığını ‘kamu düzeni’ ve ‘genel ahlaka’ aykırılık olarak tercüme edip,
‘sinemaya devlet desteğine ahlak kriteri (sansür)’ diye de okuyabilirsiniz.
Geçtiğimiz günlerde Evrensel’e “Sinemaya da ahlak kriteri geldi” başlığıyla bir
haber yansıdı.
“Özel tiyatrolara destek için ‘genel ahlak kurallarına uygun’ oyun sergileme
şartı getiren Kültür ve Turizm Bakanlığı, benzer bir kriteri sinema filmleri
için de uygulamaya koydu” bilgisinin olduğu haberin girişinde şu cümleler yer
alıyordu: “Sinema Filmlerinin Desteklenmesi yönetmeliğinde yapılan değişikliğe
göre, destek verilen sinema filmlerinin, ‘+18’ ibareli olması durumunda
bakanlık filme sağladığı desteği geri alacak.” Ayrıca yönetmelik değişikliğine
göre, destek alan sinema filmleri, mutlaka Türkiye’de vizyona girmek zorunda
olacak. Yani, “Umumi terbiyeye ve ahlaka ve milli duygularımıza mugayir
bulunan, filmlere destek verilmez, verilse de geri alınır.”
Açılımı:
Yapım ve yapım sonrası kategorilerinde destek alan projelerde değerlendirme ve
sınıflandırma işlemi sonucu verilen işaret ve ibarelerin kullanılmaması, ticari
dolaşıma ve gösterime sunulmasının uygun bulunmaması veya 18 yaş ve üzeri
izleyici kitlesi için uygun görüldüğüne dair işaret ve ibare kullanılmasının
zorunlu tutulması hallerinde bu projelere sağlanan destek geri alınacak.
DENETİM VE
SANSÜRÜN TARİHÇESİ
“Umumi
terbiyeye ve ahlaka ve milli duygularımıza mugayir bulunan” filmlerin denetimi
çok eski yıllara uzanıyor. Yıllarca sinemacıların korkulu rüyası olan sansür
dillere destan ve çoğu neredeyse komik uygulamalarıyla Cumhuriyetin ilk
yıllarından başlayarak günümüze kadar süregelmiştir. Çoğu zaman keyfi
kararlarla yasaklanan filmler izleyiciye ulaşamamış ya da birçok sahnenin
çıkarılmasıyla gösterilebilmiştir.
İlk sansür
uygulaması 1919 yılında Mürebbiye filmiyle başlar. İşgal orduları tarafından
yasaklanan filmin Anadolu’ya gönderilmesine ve gösterilmesine izin verilmez.
Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın romanından uyarlanan filmde bir Türk ailesinin
yanında mürebbiye olarak çalışan Fransız kadının hikâyesi anlatılır. Madam
Kalitea’nın başarıyla oynadığı Fransız mürebbiye çalıştığı evin bütün
erkeklerini baştan çıkarır ve birbirlerine düşürür. Fransızları küçük düşürüyor
gerekçesiyle yasaklanan filmle ilk sansür uygulaması da başlamış oluyordu.
Türkiye’de
sinemaya/sanata sansür devlet tarafından uygulanmaktadır. TBMM’den sonra sansür
yetkisi valiliklerce kullanılırken, 1932’de Merkez Sansür Teşkilatı kurulur.
09. 06. 1932’de film, 26.12.1933’te de ek talimatname ile senaryo sansürü
getirilir. Film ve senaryo sansürünü uygulamak için bir komisyon oluşturulur.
Bu komisyonda, İçişleri ve Milli Savunma bakanlıkları ile Genel Kurmay
Başkanlığı’ndan birer temsilci bulunur. Ülke içinde yapılan yerli filmler ve
senaryolar bu komisyonlarca denetleniyor ve gerekli görüldüğünde, sansür
ediliyor, yurt dışından gelenler de gümrüklerde kontrol edilip sansüre tabii
tutuluyordu.
1934 yılında
kabul edilen Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanununda yer alan hükümlere
dayanılarak film ve senaryo sansürünü içeren bir tüzük hazırlanır. 1939 tarihli
sansür tüzüğü yürürlüğe girdikten sonra 23 Eylül 1977 tarihinde yürürlüğe giren
yeni Sansür Tüzüğüne kadar 38 yıl aralıksız bazı değişikler yapılarak
uygulanmıştır.
1979 Tüzüğü ve 1983 Tüzüğü sansürcü zihniyetin devam ettiğinin göstergesiydi. 1986’da FİYAP’ın (Film Yapımcıları Derneği) girişimiyle “Sinema Video ve Müzik eserleri Kanunu” kabul edilir. Böylece Türkiye’de sinema ilk kez bir kanuna kavuşmuş oluyordu. Film sansüründe bugüne kadarki tüm yasal düzenlemelerin kaynağı olan “Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu”nun 6. maddesi yürürlükten kaldırılarak polis sansürüne son verilir, sinema ile ilgili tüm konular İçişleri Bakanlığının yetkisine bırakılır.
1986’da yürürlüğe giren yasa ile köklü değişikler yapılmış olsa da, yeni tüzük eski tüzükteki bazı maddeleri içermemekle birlikte, öz itibariyle yasaklamalardan vazgeçilmemiştir. 1939 yılında yürürlüğe giren “Filmlerin Ve Film Senaryolarının Kontrolüne Dair Nizamname”nin denetim hükümlerinden biri şöyledir: “Umumi terbiyeye ve ahlaka ve milli duygularımıza mugayir bulunan, filmlerin çekimine müsaade edilmez. İşte bugün getirilen ‘ahlak kriteri’nin kaynağı.
1979 Tüzüğü ve 1983 Tüzüğü sansürcü zihniyetin devam ettiğinin göstergesiydi. 1986’da FİYAP’ın (Film Yapımcıları Derneği) girişimiyle “Sinema Video ve Müzik eserleri Kanunu” kabul edilir. Böylece Türkiye’de sinema ilk kez bir kanuna kavuşmuş oluyordu. Film sansüründe bugüne kadarki tüm yasal düzenlemelerin kaynağı olan “Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu”nun 6. maddesi yürürlükten kaldırılarak polis sansürüne son verilir, sinema ile ilgili tüm konular İçişleri Bakanlığının yetkisine bırakılır.
1986’da yürürlüğe giren yasa ile köklü değişikler yapılmış olsa da, yeni tüzük eski tüzükteki bazı maddeleri içermemekle birlikte, öz itibariyle yasaklamalardan vazgeçilmemiştir. 1939 yılında yürürlüğe giren “Filmlerin Ve Film Senaryolarının Kontrolüne Dair Nizamname”nin denetim hükümlerinden biri şöyledir: “Umumi terbiyeye ve ahlaka ve milli duygularımıza mugayir bulunan, filmlerin çekimine müsaade edilmez. İşte bugün getirilen ‘ahlak kriteri’nin kaynağı.
SANSÜR
HİKÂYELERİ
Sansürle başı
derde giren sinemacıların başında kuşkusuz Metin Erksan gelir. 1950’li yılların
başında çektiği Karanlık Dünya adlı filminin adı sansür komisyonunca Âşık
Veysel’in Hayatı olarak değiştirilir. Yine aynı film, oyunculardan Aclan
Sayılgan ve Kemal Bekir’in Komünist Parti kurma suçundan tutuklanmasıyla 7.
maddenin 5. fırkası gereğince tümden reddedilir. Daha sonra tekrar komisyona
giren film şartlı olarak izin alabilir. Ekin boylarının kısa ve cılız oluşu,
ziraat işleminin çok ilkel olması, turna dansı yapan dört kızdan ikisinin
çıplak ayaklı, ikisinin çarıklı oluşu şartlı kabulün gerekçelerinden
bazılarıdır.
Yine Metin Erksan’ın Yılanların Öcü ve Susuz Yaz adlı filmleri de sansürden
nasibini almıştı. O dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel Yılanların Öcü’nü köşkte
izleyip çok beğenmesine ve Metin Erksan’la yapımcı Nurset İkbal’ i tebrik
etmesine rağmen film sansürden izin alamayarak tümden reddedilmişti. Susuz Yaz
da “gayri ahlaki” bulunarak tümüyle reddedilmişti.
Duygu
Sağıroğlu’nun Bitmeyen Yol filmi köyden büyük kente göç eden köylülerin yaşam
öykülerini anlatıyordu. Fakat olur mu öyle şey, sansür kurulundan haberiniz yok
galiba. Tabii ki filmin halka gösterilmesine, yurt dışına çıkarılmasına “şehrin
en kötü ve en sefil yerlerini, işçilerin en sefil hayat şartları içinde
yaşadıklarını belirttiği, bütün işverenleri kötü huylu, hoyrat, işçiyi hakir
gören kişiler olarak gösterdiği” gerekçesiyle izin verilmez.
Lütfi Ö. Akad’ın yönettiği Hudutların Kanunu da sansür kurulunca
yasaklanıyordu. Yılmaz Güney’in Umut filmi 10 maddelik gerekçeyle yasaklanır.
Bu maddelerden biri şöyledir: “Filmde Yılmaz Güney ve arabası bakımsız, pis,
yırtık, çok zayıf bir at ile iş yapması ve geçinmesi şansa bağlı olup kalabalık
bir aileyi geçindirilmesi düşünülmez iken, bu araba ve at fakirliğin bir
sembolü olarak ele alınmış, çeşitli olaylarla da çalışmak imkânı bulunmadığı
kanaati verilmiştir.” Yılmaz Güney’in Ağıt filminde de sakıncalı sahneler
bulunarak o sahnelerin çıkarılması isteniyordu. Süreyya Duru’nun çektiği Kara
Çarşaflı Gelin de “memleket asayişine zararlı” olduğu için yasaklanmıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder