20 Mart 2020 Cuma

UMUMİ TERBİYEYE VE AHLAKA MUGAYİR -


 05 Ocak 2014
Yazının başlığını ‘kamu düzeni’ ve ‘genel ahlaka’ aykırılık olarak tercüme edip, ‘sinemaya devlet desteğine ahlak kriteri (sansür)’ diye de okuyabilirsiniz. Geçtiğimiz günlerde Evrensel’e “Sinemaya da ahlak kriteri geldi” başlığıyla bir haber yansıdı.
“Özel tiyatrolara destek için ‘genel ahlak kurallarına uygun’ oyun sergileme şartı getiren Kültür ve Turizm Bakanlığı, benzer bir kriteri sinema filmleri için de uygulamaya koydu” bilgisinin olduğu haberin girişinde şu cümleler yer alıyordu: “Sinema Filmlerinin Desteklenmesi yönetmeliğinde yapılan değişikliğe göre, destek verilen sinema filmlerinin, ‘+18’ ibareli olması durumunda bakanlık filme sağladığı desteği geri alacak.” Ayrıca yönetmelik değişikliğine göre, destek alan sinema filmleri, mutlaka Türkiye’de vizyona girmek zorunda olacak. Yani, “Umumi terbiyeye ve ahlaka ve milli duygularımıza mugayir bulunan, filmlere destek verilmez, verilse de geri alınır.”
Açılımı: Yapım ve yapım sonrası kategorilerinde destek alan projelerde değerlendirme ve sınıflandırma işlemi sonucu verilen işaret ve ibarelerin kullanılmaması, ticari dolaşıma ve gösterime sunulmasının uygun bulunmaması veya 18 yaş ve üzeri izleyici kitlesi için uygun görüldüğüne dair işaret ve ibare kullanılmasının zorunlu tutulması hallerinde bu projelere sağlanan destek geri alınacak.
DENETİM VE SANSÜRÜN TARİHÇESİ
 “Umumi terbiyeye ve ahlaka ve milli duygularımıza mugayir bulunan” filmlerin denetimi çok eski yıllara uzanıyor. Yıllarca sinemacıların korkulu rüyası olan sansür dillere destan ve çoğu neredeyse komik uygulamalarıyla Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak günümüze kadar süregelmiştir. Çoğu zaman keyfi kararlarla yasaklanan filmler izleyiciye ulaşamamış ya da birçok sahnenin çıkarılmasıyla gösterilebilmiştir.
İlk sansür uygulaması 1919 yılında Mürebbiye filmiyle başlar. İşgal orduları tarafından yasaklanan filmin Anadolu’ya gönderilmesine ve gösterilmesine izin verilmez. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın romanından uyarlanan filmde bir Türk ailesinin yanında mürebbiye olarak çalışan Fransız kadının hikâyesi anlatılır. Madam Kalitea’nın başarıyla oynadığı Fransız mürebbiye çalıştığı evin bütün erkeklerini baştan çıkarır ve birbirlerine düşürür. Fransızları küçük düşürüyor gerekçesiyle yasaklanan filmle ilk sansür uygulaması da başlamış oluyordu.
Türkiye’de sinemaya/sanata sansür devlet tarafından uygulanmaktadır. TBMM’den sonra sansür yetkisi valiliklerce kullanılırken, 1932’de Merkez Sansür Teşkilatı kurulur. 09. 06. 1932’de film, 26.12.1933’te de ek talimatname ile senaryo sansürü getirilir. Film ve senaryo sansürünü uygulamak için bir komisyon oluşturulur. Bu komisyonda, İçişleri ve Milli Savunma bakanlıkları ile Genel Kurmay Başkanlığı’ndan birer temsilci bulunur. Ülke içinde yapılan yerli filmler ve senaryolar bu komisyonlarca denetleniyor ve gerekli görüldüğünde, sansür ediliyor, yurt dışından gelenler de gümrüklerde kontrol edilip sansüre tabii tutuluyordu.
1934 yılında kabul edilen Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanununda yer alan hükümlere dayanılarak film ve senaryo sansürünü içeren bir tüzük hazırlanır. 1939 tarihli sansür tüzüğü yürürlüğe girdikten sonra 23 Eylül 1977 tarihinde yürürlüğe giren yeni Sansür Tüzüğüne kadar 38 yıl aralıksız bazı değişikler yapılarak uygulanmıştır.
1979 Tüzüğü ve 1983 Tüzüğü sansürcü zihniyetin devam ettiğinin göstergesiydi. 1986’da FİYAP’ın (Film Yapımcıları Derneği) girişimiyle “Sinema Video ve Müzik eserleri Kanunu” kabul edilir. Böylece Türkiye’de sinema ilk kez bir kanuna kavuşmuş oluyordu. Film sansüründe bugüne kadarki tüm yasal düzenlemelerin kaynağı olan “Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu”nun 6. maddesi yürürlükten kaldırılarak polis sansürüne son verilir, sinema ile ilgili tüm konular İçişleri Bakanlığının yetkisine bırakılır.
1986’da yürürlüğe giren yasa ile köklü değişikler yapılmış olsa da, yeni tüzük eski tüzükteki bazı maddeleri içermemekle birlikte, öz itibariyle yasaklamalardan vazgeçilmemiştir. 1939 yılında yürürlüğe giren “Filmlerin Ve Film Senaryolarının Kontrolüne Dair Nizamname”nin denetim hükümlerinden biri şöyledir: “Umumi terbiyeye ve ahlaka ve milli duygularımıza mugayir bulunan, filmlerin çekimine müsaade edilmez. İşte bugün getirilen ‘ahlak kriteri’nin kaynağı.
SANSÜR HİKÂYELERİ
Sansürle başı derde giren sinemacıların başında kuşkusuz Metin Erksan gelir. 1950’li yılların başında çektiği Karanlık Dünya adlı filminin adı sansür komisyonunca Âşık Veysel’in Hayatı olarak değiştirilir. Yine aynı film, oyunculardan Aclan Sayılgan ve Kemal Bekir’in Komünist Parti kurma suçundan tutuklanmasıyla 7. maddenin 5. fırkası gereğince tümden reddedilir. Daha sonra tekrar komisyona giren film şartlı olarak izin alabilir. Ekin boylarının kısa ve cılız oluşu, ziraat işleminin çok ilkel olması, turna dansı yapan dört kızdan ikisinin çıplak ayaklı, ikisinin çarıklı oluşu şartlı kabulün gerekçelerinden bazılarıdır.
Yine Metin Erksan’ın Yılanların Öcü ve Susuz Yaz adlı filmleri de sansürden nasibini almıştı. O dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel Yılanların Öcü’nü köşkte izleyip çok beğenmesine ve Metin Erksan’la yapımcı Nurset İkbal’ i tebrik etmesine rağmen film sansürden izin alamayarak tümden reddedilmişti. Susuz Yaz da “gayri ahlaki” bulunarak tümüyle reddedilmişti.
Duygu Sağıroğlu’nun Bitmeyen Yol filmi köyden büyük kente göç eden köylülerin yaşam öykülerini anlatıyordu. Fakat olur mu öyle şey, sansür kurulundan haberiniz yok galiba. Tabii ki filmin halka gösterilmesine, yurt dışına çıkarılmasına “şehrin en kötü ve en sefil yerlerini, işçilerin en sefil hayat şartları içinde yaşadıklarını belirttiği, bütün işverenleri kötü huylu, hoyrat, işçiyi hakir gören kişiler olarak gösterdiği” gerekçesiyle izin verilmez.
Lütfi Ö. Akad’ın yönettiği Hudutların Kanunu da sansür kurulunca yasaklanıyordu. Yılmaz Güney’in Umut filmi 10 maddelik gerekçeyle yasaklanır. Bu maddelerden biri şöyledir: “Filmde Yılmaz Güney ve arabası bakımsız, pis, yırtık, çok zayıf bir at ile iş yapması ve geçinmesi şansa bağlı olup kalabalık bir aileyi geçindirilmesi düşünülmez iken, bu araba ve at fakirliğin bir sembolü olarak ele alınmış, çeşitli olaylarla da çalışmak imkânı bulunmadığı kanaati verilmiştir.” Yılmaz Güney’in Ağıt filminde de sakıncalı sahneler bulunarak o sahnelerin çıkarılması isteniyordu. Süreyya Duru’nun çektiği Kara Çarşaflı Gelin de “memleket asayişine zararlı” olduğu için yasaklanmıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder